26 Ağustos 2011 Cuma

Behzat Ç



Yenilmeyen kahramanları, faşizan senaryoları, bizimle alakası olmayan öyküleri ve insanları görmekten o kadar sıkılmıştık ki, midemiz bir tane daha ‘kahramanı’ kaldıramazdı herhalde: Hoş geldin Behzat Ç., seni bekliyorduk.

Solcu kız: Çek ellerini arkadaşımızın üzerinden, çek.
Harun: Ne diyorsun kız sen?
Diğer solcu kız: Kime diyorsun lan sen, şerefsiz? Defol git! Katil faşist!
Harun: Faşist ne lan? Cinayet büro!
Bölüm.1


Esasında bu biraz gecikmeli bir ‘hoş geldin’ oldu. Zira Behzat Ç. neredeyse bir yıl önce merhaba dedi seyircisine. Hatta ‘merhaba’ demekle kalmadı, dizinin müziklerini de icra eden Pilli Bebek’in bir şarkısında söylediği gibi ‘açılsın gözlerin’ diyerek seyircisinin gözlerini sonuna kadar açtı. Ancak ben diziye yakın zaman önce başlayıp ilk sezonu henüz bitirdiğimden hakkında bir şeyler yazmak istedim.

Berberde traş olan vatandaş: Bak bir terörist öldürüldü diye ortalığı ayağa kaldırıyorlar.
Behzat: La oğlum sen ne biçim konuşuyon la? O da ana baba evladı. Bırak la gazeteyi. BIRAK! Buna dergi verin, dergi okusun.
Bölüm.10



Her şeyden önce son derece cesur bir diziyle karşı karşıyayız. Televizyon kutusunun her daim kahraman ilan ettiği ‘bayrak’ ve ‘vatan’ sevdalısı(!) insanları yerin dibine sokarken, ‘hain’ ve ‘kötü’ olarak lanse edilenlere ise son derece insancıl bir bakışla yaklaşıyor. Hiçbir şey göründüğü gibi değil diyor, tıpkı cinayetlerin ardından akla gelen ilk şüphelilerin değil de bazen en masum görünenlerin katil olabileceği gibi. En nihayetinde 'her katil, katil olmadan önce sıradan bir insandır.' Bizim gördüklerimizin ve okuduklarımızın ardında saklı kalan gerçekleri göstermekten kaçınmıyor. Kentsel dönüşüm adı altında gecekondu yıkımlarını, emniyet içerisindeki kadrolaşmayı, polis işkencelerini, TEM’in ya da Narkotik’in gerçek yüzünü, yargısız infazları ve daha birçok meseleye daha önce televizyon kutusundan bakılmamış bir açıdan bakıyor ve bütün bunları eline yüzüne bulaştırmadan gösteriyor. Dizinin genel yönetmeni Serdar Akar da, sözümona Türkiye’nin gerçeklerini anlattığı öne sürülen faşizan dizi ‘Kurtlar Vadisi’ günlerinin günahını çıkarıyordur muhtemelen.

Taksi Şoförü: Bilseydim, taksi parasını almazdım çocuktan.
Hayalet: Ne diyon lan sen?
Taksi Şoförü: Kusura bakma ama öyle komiserim. Bu vatan hainlerine haddini bildiren birileri olmalı. Saf salak dedim ama yiğit çocukmuş.
Hayalet: Nesin lan sen, haa nesin?
Taksi Şoförü: Biz vatanımızı, bayrağımızı severiz elhamdülillah.
Hayalet: Seversin… Bu taksi ne o zaman? Niye vergi kaçırıyorsun o zaman?
Taksi Şoförü: Ne vergi kaçırması komiserim, ayıp oluyor ama.
Hayalet: Bırak lan. Kaçak değil mi bu taksi?
Bölüm.16



Değerli bir arkadaşım yerli filmlerimizde, bilhassa televizyon dizilerinde bir detaya dikkat çekmişti: Karakterler eve girdiklerinde ayakkabı çıkarmazlar. Behzat Ç.’de karakterlerimiz bir eve girdiklerinde kamera usulca aşağıya kayar ve çıkarılan ayakkabılara şahit oluruz. Muhtemelen dizinin yapımcılarının bilinçli bir biçimde yaptıkları bu hareket, Behzat Ç.’nin diğer yapımlarımız arasındaki farkı anlatan en güzel örneklerden biridir. Öyle ki dizinin başkarakteri saçı sakalına karışmış, telefonlara ‘haaa’ diye cevap veren kaba saba bir adamdır. ‘Kahraman Türk polislerini’ seyretmeye alışmış seyircinin bu durumu kabullenmesi epey zor olsa da, bu dizide gördüklerini gerçek hayatla pekiştirmesi çok da zor olmayacaktır.

Harun: Bunu yapmamız için bir neden söyle. Tek bir neden!
Hayalet: ……Seviyorum kardeş.
Harun: Seviyor… ne güzel… Polis vatandaş el ele, ne güzel ya. Siz öldürün biz saklarız. İyi tamam, peki ne yapacağız?
Hayalet: Kimsesizler mezarlığına gömeriz diye düşündüm. Terörcüler yapıyordu ya.
Harun: Heaaaa! 90’lar, nostalji diyorsun.
Bölüm.15



Dizinin sıkıntıları elbette var. Durmadan çalıp kafa şişiren gereksiz müzikleri bunun başında geliyor. Belki de benim alışkın olmamamdan kaynaklanıyor ama The Sopranos’ta ya da Med Men’de olduğu gibi müzikleri minimal düzeyde kullansalar ne güzel olurdu… Birkaçını saymazsak oyuncular gayet başarılı olduğundan ve verilmek istenen duygu verildiğinden bu kadar müziğe gerek yok bence. Bir de sanırım daha fazla izleyiciye ulaşmak için çekilmiş aksiyon sahneleri var ki son derece gereksiz buluyorum. Emrah Serbes’in eserinde Behzat’ın en yakın arkadaşı ‘Samsun 216’ iken dizide tek bir sigara dahi göremiyoruz. Televizyonda mozaik katliamına takılmaması için gösterilen bu çaba da dizi içerisinde bir dezavantaja dönüşmüş. Ayrıca dizi bölümlerinin süresi epey uzun olduğundan (yaklaşık 1 saat 40 dakika) ve bir sezona koca 38 bölümü sığdırdıklarından birtakım detaylar kaçırılıyor. Bunun yerine bir sezonda 12-15 bölüm çekseler, her bir bölümün üzerinde daha fazla çalışsalar şapkadan tavşan değil fil çıkarmış olacaklar adeta. Zaten dizinin dudak uçuklatan finali göstermektedir ki, dizinin bölümleri ‘Lost’ta olduğu gibi gelişigüzel çekilmemiş. Biraz daha dikkat ve özenle çalışarak ortaya çok daha kaliteli bir iş çıkarabilirlerdi.

Behzat: Ben kötü bir adam mıyım?
Bahar: Sen kötü bir adam değilsin. Sen kötü adam taklidi yapa yapa kötü olmuş birisin. Kötü adamların arasında kalmış, kötü olmuş birisin. Birlikte mutsuz oluruz.
Behzat: Mutsuz olalım. Hep mutlu olunacak diye bir kural yok ki, biz de mutsuz olalım. Olmaz mı?
Bölüm.10



Lüks dairelerde (lüks daire: iki ebeveyn banyosu olan. Bkz. Bölüm.34) değil gecekondularda geçen, yakışıklı ve karizmatik beyefendilerin değil ağzı bozuk ve kaba saba adamların göründüğü, adaletin kazandığı değil adaletin sadece parası ve gücü olan insanları koruduğu; tam da ihtiyacımızın olduğu bir yapım olan Behzat Ç’nin belli başlı karakterlerini tanıyalım.



Behzat Ç. (Erdal Beşikçioğlu): Anakara cinayet büro başkomiseri. Yeni düzene uyum sağlayamamış, gazete okumaya spor sayfasından başlayan, herhangi bir siyasi görüşü olmayan, kendi deyimiyle polis olmasa katil olması muhtemel şahsiyet. ‘Hayat Var’ ve ‘Bal’ gibi filmlerdeki performanslarıyla sevgimizi kazanan Erdal Beşikçioğlu, Emrah Serbes’in neye elini atsa yıkıp geçen karakterini ete kemiğe büründürmüş. Siyah deri ceketiyle, saçı sakalına karışmış Behzat’ın kaybetmişliğini, çaresizliğini Beşikçioğlu’nun yüzünden okuyabilirsiniz.
Özdeşleşenler: -Saçma sapan konuşma la!
-Senin ağzını yüzünü sikerim.


Harun Sinanoğlu (Fatih Artman): Elinden, ağzından yiyeceği eksik olmayan, facebooktaki arkadaş sayısı sıfır olan, kendi deyimiyle adam gibi seven, 1.91 boyunda (zıplayınca 3 oluyormuş) ‘kocaman’ yürekli insan. Çok saf ve patavatsız olduğundan amirinden sürekli azar işitip dayak yese de onun oğlu gibidir. Harun’un derinlerine çok da fazla inilmez çünkü Harun’un derinlerinde de pek bir şey yok. Zaten içinden gelenleri dışavurmaktan da zerre çekinmiyor. Fatih Artman’ın zaman zaman doğaçlamalarla kendinden geçip Harun olduğuna şahit olabilirsiniz.
Özdeşleşenler: -Püsküü, müsküü yok mu?
-Seviyorum merkez!

Hayalet (İnanç Konukçu): Gerçek bir iz sürücü… Neredeyse Ankara’daki tüm mekânları ve insanları tanıyor. Dolaysıyla birini bulmak istiyorsa ne yapıp eder, bulur. 1 Mayıs yürüyüşlerinde halkın arasına karışıp onlarla beraber yürürken, evini yıktırmak istemeyen gecekondu sakinlerinin arasına karışıp eline aldığı taşı güvenlik güçlerine fırlatırken Hayalet’le karşılaşabilirsiniz. Sanmayın ki üstünü değiştirmiyor. Dolabında 15 adet küf rengi gömlek duruyor, biz şahidiz.
Özdeşleşenler: - Başım döndü ya la!

Akbaba (Berkan Şal): Hayalet’in deyimiyle dörtte üçü gizem, geri kalanı da bok olan; adli tıpta olacak kadar kafası çalışan, koklayarak cesedin yerini tespit edebilen, telsizin sesini duyabilmek için müzik dahi dinlemeyen ‘ceset uzmanı’. Akbaba’nın bir hayali bile yoktur. Gözlerini kapadığında ne görüntü vardır ne de ses… Bildiğiniz siyah ekran yani. Berkan Şal zaten fiziksel görüntüsü ile Akbaba karakterine çok şey katmakta.
Özdeşleşenler: -Aga cinayet var!
-Şuursuz şuursuz konuşma la.

Ercüment Çözer (Nejat İşler): Reservoir Dogs’un Mr.Blonde’si gibi polislerin üzerine benzin döküp yakarken Adagio in G Minor’ü, yemek yaparken de Godfather’ın melodisini mırıldanan; aynanın karşısına geçip ‘Bana mı dedin?’ diyerek Taxi Driver’ın Travis’ine atıfta bulunan saygı fetişisti psikopat. Şeyh Bedreddin’in ve Karl Marx’ın saygısızlığın kitabını yazdığını düşünür. Nejat İşler, yerli yapımlarda hiç alışık olmadığımız derecede iyi yazılmış bu psikopat karakteri son derece başarılı bir şekilde canlandırmış.
Özdeşleşenler: -Bana yanlış yapman sorun değil, beni yanlış tanıman sorun.

Hiç yorum yok: