4 Ağustos 2011 Perşembe

Kenan Evren’den Demet Akalın’a; Hastalıklı Bir Toplumun Ruhsal Portresi



Bize ne oldu da sevmekten, sevilmekten, hissetmekten korkar olduk? Nasıl oldu da bir gün düşebileceğimizi unutup, düşenlerin üzerine basıp onları ezer olduk? Bize ne oldu da hayattan bu kadar korkar olduk; hayata ve insanlığa karşı bu kadar öfkeli olduk? Bu korkunun kaynağı nedir? Hangi tohumdan, hangi kökten geliyor?

İnan Temelkuran, ‘Bornova Bornova’yla yurdum insanının içerisinde saklı kalmış korkunun ve öfkenin kaynağına iniyor. Günümüz Türkiye’sinin genç kuşağından çeşitli portreleri gözler önüne sererken, dün Amerikan elçisinin arabasının yakıldığı ODTÜ’de McDonalds’ın törenle şube açtığı günümüzde bir önceki kuşağın izlerinin nasıl tamamen silindiğini, 12 Eylül’ün tasarladığı yeni toplumsal yapıyı son derece etkileyici ve çarpıcı bir dille anlatıyor.

‘Yarının teminatı olan evlatlarımızın Atatürk ilkeleri yerine yabancı ideolojilerle yetişerek sonunda birer anarşist olmasını önleyecek tedbirler alınacaktır.’ Kenan Evren / 12-09-1980

Kenan Evren’in yarının teminatı olan gençlerin anarşist olmasını önlemek amacıyla aldığı tedbirler; TRT Genel Müdürü olacak adamları önce birer alkoliğe oradan da camiden çıkmayan muhafazakârlara, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesini başarıyla bitirenleri de mahallenin bakkalına dönüştürmüştür. Korku ve dehşet yıllarını yaşayanların çoğu, o korkunun kendi evlatlarının üzerine sinmemesi için, onları toplumsal meselelerden uzak tutmaya çalışmaktadır. Bugün ebeveynlerin bu tutumunu sevgisizlikle özdeşleştirenlerle karşılaşıyoruz. Esasında onların bu tutumunu anlamaya çalışmak boşa kürek çekmek gibidir. Zira onların yaşadıklarını yaşamadık, gördüklerini görmedik.

Salih herkesten saygı görmek isteyen, kimsesiz çocuklara ‘amin’ karşılığında ekmek veren mahallenin psikopatı. Çocukken her istediği (buna Adidas ayakkabı dâhil) ebeveynleri tarafından karşılanmış. İdeolojik fikirlerden tamamen uzak bir hayatı olsun da nasıl yaşarsa yaşasın diyen, ideolojileri uğruna her şeyini kaybetmiş ailelerin evlatlarından sadece biri. Başa gelen her hükümetin dayattığı sistemin içerisinde, burjuva sınıfının pis işlerini yaparak yolunu bulan Salih, tıpkı sistemin içerisinde yer alan her birey gibi ancak zayıf olanı ezip, elindekileri alarak güçlü olacağına inanıyor. Fare lakaplı Hakan ise aynı sistemin içerisinde her daim kullanılmaya müsait, iyi bir futbolcu olma potansiyeline sahipken kendisine sahip çıkan kimseler olmadığından kısa çöpü çekenlerden. Bu ‘köşe kapmaca’ oyununa benzer: Müzik durduğunda birileri ayakta kalır. İşte bu sebepten ötürü aklı ve yüreği grevlerden yanayken ve bunu halka ulaştırmayan işbirlikçi medyaya inat işçilerin grevini halka duyurmak isteyen ancak müzik durduğunda ayakta kalmak istemeyen felsefeci Murat’ın elinden pornografik dergilere öyküler yazmaktan başka bir şey gelmez.

Bilardo salonu sahnesi, Evren’in deyimiyle yarının teminatı olan gençlerimiz hakkında fazlasıyla ipuçları vermektedir. Sınıf atlama ümidiyle bacaklarını açıp Anadolu lisesi ya da süper lise öğrencilerinden kendilerini kurtarmalarını beklerken ‘ay şu çocuk Jack’e acayip benziyor, bildiğin Jack yani’ diyen meslek lisesi kızlara, ülkücüleri gördüklerinde Che kolyesini gizleyen çocuklara her an her yerde rastlamak mümkün. Aile baskısıyla muhafazakâr olan, gittiği üniversitede arkadaşlarının etkisiyle ateist olan, internette okuduğu birkaç metinle kendini komünist ilan eden, sokaklarda rap müzik yapıp kendilerine anarşist diyen, her defasında mutsuz ve umutsuz olan yeni neslin kafası o kadar çok karışık ki, kafalarını o kadar çok karıştırmışlar ki, hiçbir şeyden hiçbir zaman tam olarak emin olamıyorlar. Elinden düşmeyen cep telefonuyla erkek arkadaşına ‘bebek yoq’ mesajını atan, aynanın karşısına geçip kendine ‘orospu’ diyen, sonrasında kendisine sınıf atlatacak olan erkek arkadaşının kendisiyle sadece gönül eğlendirdiğini anlayan Özlem gibilerinin, her daim kısa çöpü çeken ve Özlemlere ‘hasta’ olan Hakan gibilerini kullanmaktan başka çareleri yoktur. Tıpkı asgari ücretle bir fabrikada çalışıp kendini zehirlemek yerine zengin veletlerini zehirleyip yolunu bulan Salih’in yaptığı gibi…

‘Sevgi korkuyla eşdeğer yürüyor… Bana iki tokat atsaydı, ben dururdum. Boşanmazdık.’ Demet Akalın / Hürriyet – 15-03-2007


Son dönem sinemamızda Darbeye ilişkin çekilen filmlerin başarısızlığının en büyük sebebi, bu meselenin tam olarak anlaşılmamasından kaynaklanıyordu. Darbe 17 bin faili meçhul, 1 milyon 683 bin fişlenme gibi sonu gelmeyen korkunç rakamların yanında günümüzde hala etkisi süren derin bir korku yarattı. Demet Akalın’ın korku hakkında yaptığı zekice çıkarımı, Bornova Bornova’daki nice kafası karışık karakteri hatırlatır. Yanısıra Evren ve yandaşlarının Türkiye halkına giydirmek istedikleri elbiseyi giydirme konusunda amaçlarına ulaştıklarını gösterir.

Tamamı dijital kamerayla çekilen filmin gösterişten tamamen uzak, sade anlatımı burada bir avantaja dönüşmüş ve filmin esas derdini gayet net biçimde anlatmış. Uzun planların ve diyalogların hiç sıkmadan kendini seyrettirmesinin yanında son derece etkileyici flashbackleri filmin en özel anlarını oluşturuyor. Yönetmenin İlk filmi Made in Europe’da da beraber çalıştığı Öner Erkan ve Kadir Çermik, filmin başarılı oyuncu kadrosunun en önemli isimleri. Temelkuran, mahallenin psikopatı Salih karakterini zaten Kadir Çermik’i düşünerek yazmış. Seren Yüce’nin ‘Çoğunluk’uyla beraber son dönemde günümüz gençliğine ayna tutan bu çok özel yapımı hâlâ izlememiş olanlara şiddetle tavsiye edelim.

‘Diyeceğim amme düzeni zaten bozulmuş. Bizden önce bozanlar var. Biz onlardan arta kalanlarla oynuyoruz. Bazen düşürüyoruz bir iki lokma… o zaman da acımam, vururum alırım elinden.’

Hiç yorum yok: