8 Şubat 2010 Pazartesi

Bir Müzisyeni Anmak I: John Williams



‘’Uzun uzun zaman önce, çok çok uzak bir galakside’’ diye başlıyordu Star Wars (1977) serisi. Uzay boşluğundan yazılar akıyor ardından efsanenin adı her anıldığında akıllara gelecek tema müziği: ‘’ Rebel Blockade Runner’’ geliyor. Star Wars’u efsaneleştiren en önemli parçalardan biriydi filmin müzikleri kuşkusuz. Bütün zamanların en kötü kahramanlarından Darth Vader’la özdeşleşen ‘’The Imperial March’’, savaşı bütün evreleriyle hissettiren ‘’Duel of the Fates’’ gibi eserleri filmin en özel anlarında bizlere eşlik etti.

Yazıya Star Wars serisi ile başlamamın sebebi bu müzik adamının üne bu yapıtıyla kavuşması değil. Zira kendisi bu yapıtını icra ettiğinde hem Emmy hem de Oscar ödülünün sahibiydi. Yazıya Star Wars’la başlamamın sebebi daha çok bütün kariyerinin kilit çalışması olmasından kaynaklanıyor. Bütün kariyeri boyunca yapacağı bestelerden bir parça bulabilir, kendisini en iyi bu yapıtıyla tanıyabilirsiniz.

8 Ocak 1932’de New York’ta dünyaya gelen Williams’ı modern zamanların en büyük bestecilerinden biri yapan yapıtları bu güne kadar kendisine tam 6 Emmy Adaylığı (üçünün galibi), 11 Bafta Adaylığı (yedisinin galibi), 45 Oscar Adaylığı (beşinin galibi) ve daha nice ödül getirmiştir.Daha da önemlisi, başta sinemaseverler olmak üzere, müziği bir yaşam biçimi haline getirmiş nice insanın gönlünde taht kurmuştur.

Henüz yedi yaşında piyano çalmaya başlamış, ardından trompet ve trombon gibi nefesli çalgıları öğrendikten sonra 19 yaşında ilk piyano sonatlarını bestelemişti. Williams’ın bu kadar erken yaşlarda müziğe adım atmasında ailesinin payı büyük. Williams’ın babası da bir müzisyendi. Babası, müzisyen dostlarıyla beraber müziklerini ifşa ettiğinde onlardan oldukça etkilenen Williams şöyle diyor: “Babam ve onun arkadaşları müzisyendi. Bir çocuk olarak müziği yetişkinlerden gördüm. Büyük bir ihtimalle sözcükler okumadan önce notaları okuyabiliyordum.” 1956’da evlendiği dönemin aktrisi Barbara Ruick birlikteliğinden doğma üç çocuğundan ikisi (Joseph Williams ve Mark Towner Williams)rock müzisyeni, kızı Jennifer Williams ise doktor olacaktı. Notaları kendini ifade etme biçimi olarak seçen müzisyen 21.Yüzyılın en önemli müzisyenleri arasında gösterilecekti.



Babasının müzisyen olması elbette ki Williams’ın kariyerinde önemli bir rol oynayacaktı. Babasının bağlantıları sayesinde müzik dünyasına adım atmış olsa da kendisini asıl keşfeden isimler bütün zamanların en üretken bestecilerinden Dimitri Tiomkin ve Bernard Herrmann’dır. Böylece kariyerinin en önemli yolculuğu olan film müziği besteciliğine, söz konusu alanda maharetleri dillere destan ustaların yanında başlamış oldu. Genelde Hitchcock’la çalışan ve ‘’Citizen Kane’’(1941)den ‘’Vertigo’’(1958)ya ‘’Psycho’’(1960)dan ‘’Taxi Driver’’(1976)a birçok klâsik filmin müziklerini ifşa eden, hatta en son ‘’Kill Bill’’(2003)de Daryl Hannah’ın dudaklarından dökülüveren ıslıkla yeniden gündeme gelip, yıllar geçse de etkisini hiçbir zaman yitirmeyen eserlere imza atan usta müzisyen Bernard Herrmann, yanı sıra Blake Edwards’ın yol arkadaşı, ‘The Pink Panther’’(1963)ın, ‘’Touch of Evil’’(1958)in, ‘’Breakfast at Tiffany’s’’(1961) gibi ölümsüz filmlerin bestecisi Henry Mancini için piyanistlik yapan Williams tıpkı ustaları gibi dillere destan eserler besteleyecekti.

Some Like it Hot(1959), The Apartment(1960), To Kill a Mockingbird(1962) gibi filmlerin müziklerinin yapımında orkestrayla beraber muteşem bir uyum sağladıktan sonra televizyon için müzikler yapmaya başladı. Ardından The Killers(1964) filminin ruhuna uygun caz müzikleri yapması için teklif geldi. Henüz çocuk yaşta bir caz davulcusu olan babasının yanında zaman zaman orkestrada çalan müzisyen için kendini iyice kanıtlayabilmesi açısından oldukça önemli bir teklifti bu. Bu film için bestelediği caz müzikleriyle kendini iyice kanıtlamış oldu. Henüz bu alandaki kariyerinin başlarında William Wyler klâsiği ‘’How to Steal a Million’’(1966)ın müziklerine de imza attı. Daha sonra ‘’Fiddler on the Roof’’(1971)la ilk Oscar’ını kazandı..

Bernard Herrmann ne kadar Hitchcock’la anlıyorsa, Henry Mancini ne kadar Edwards’la anılıyorsa John Williams da dahi çocuk Steven Spielberg’le anılmakta. Dahi yönetmen Spielberg ve dahi müzisyen Williams ilk defa 1974’te ‘’Sugarland Express’’(1974)le bir araya geldi. Başarılı bir uyum sağlamıştı bu ikili. Ancak ikiliyi bir elmanın iki yarısı haline getiren ve yıllar boyu sürecek bir yol arkadaşlığına vesile olan yapım, yönetmenin hemen bir yıl sonra 1975’te imza attığı ‘’Jaws’’ filmi oldu. Williams bu filmin gerilim dozajı yüksek sahnelerine yazdığı notalarla sadece bir efsanenin doğuşunu müjdelemiyor, aynı zamanda yıllar boyu sürecek bir birlikteliğin de altını çiziyordu. Spielberg filmde bir sahil kasabasında köpek balığının yol açtığı dehşeti anlatıyordu. Ancak köpekbalığının kendisini çok az gösteriyordu. Buna rağmen yaratıcılığını konuşturup seyirciye o anın dehşetini hissettirmeyi başarmıştı. Öyle ki filmin etkisinden kurtulamayan birçok kişi denize girmeye dahi cesaret edemeyecekti. Bunda Williams’ın tüyler ürpertici müziklerinin payı epey büyüktü. Birkaç notayla kotardığı filmin tema müziği filmin en aklıda kalıcı sahnelerinde dehşet verici bir atmosfer yaratıyordu. Tam da filmler için orkestra müziklerinin değerini yitirmeye başladığı bir dönemde yaptığı bu müziklerle türün kendisine de yeniden hayat vermiş oldu.


Resimler:(Soldan Sağa) 1-John ve ilk eşi Barbara Ruick. 2-John ve doktor kızı Jennifer. 3- John ve ikinci eşi Samantha Winslow.


48. Akademi Ödül Töreni’nin müzik direktörlüğünü yaptıktan bir yıl sonra, Spielberg çok sıkı arkadaşı Georges Lucas’a Star Wars için John Williams’ı önerdi. Williams’ın efsaneye dönüşen bu film için yaptığı albüm, bütün zamanların en çok satanlar listesindeki yerini aldı. Artık Williams özellikle de büyük bütçeli filmlerin aranılan adamı haline gelmişti. Spielberg’le beraber çalışmaya devam ederken yine oldukça yüksek bir bütçeli bir süper kahraman filmi için Williams’tan başkası düşünülemiyordu. Hele işin içinde galaksiler olunca Star Wars’un kompozitöründen başkası bu işin altından kalkamazdı. 1978’de Richard Donner yönetiminde bir süper kahraman ete kemiğe büründü. Williams’ın ‘’Superman’’ adlı film için bestelediği tema müziği de bu süper kahramanla özdeşleşti. Franz Waxman gibi dehaların epik seslerini andıran bu tınılarla beraber coşkulu bir atmosfer yaratılıyordu. Öyle ki artık ne zaman bir süper kahraman filmi çekilse hemen aynı notalara yakın müzikler duyulmaya başlandı. Hatta filmin Türk versiyonu ‘’Süpermen Dönüyor’’(1979) da filmin orijinal müzikleri kullanıldı. Elbette o dönemde Türk Sineması’nda sıkça karşılaşılan bir şeydi bu. Özellikle de bir başka usta müzisyen Ennio Morricone’nin sayısız müziğini dönemin Türk Sineması içerisinde duymak mümkün.

Steven Spielberg yepyeni bir kahraman yaratmak için kolları sıvamıştı. Ayrılmaz parçası olan şapkası ve kamçısıyla beraber gizemli maceralara doğru yol alan bir arkeoloğun öyküsü: ‘’Raiders of the Lost Ark’’(1981). Kendine has bir mizah anlayışına sahip film elbette çok tutuldu ve ardından iki devam filmi geldi. Seyirci Indiana Jones’un maceralarına doyamıyordu ve 2008’de bir devam filmi daha çekildi. Yine tıpkı Star Wars gibi, Superman gibi adı her anıldığında meşhur ‘’The Raiders March’’ adlı, filmin tema müziği geldi. Müzik filmin ayrılmaz bir parçası olmuştu. Williams’ın bu film için yaptığı müziklerle beraber, artık müzisyenin kendine has üslubu herkes tarafından tanınmaya başlamıştı. Notaları duyar duymaz eserin John Williams’a ait olduğu artık rahatlıkla hissedilebiliyordu.

‘’Raiders of the Lost Ark’’tan bir yıl sonra Spielberg yine bir kahraman yaratmak için kolları sıvadı. Ancak bu defa yaratacağı kahraman bizden biri değildi. Bir başka gezegenden gelip, bir Amerikan taşrasında unutulmuş tuhaf bir yaratığın öyküsüydü. Çocukların dünyasına, çocukların gözüyle bir bakış atıyordu usta yönetmen (Artık ustalık sıfatını hakediyordu.)’’E.T.’’ (1982)adlı filmiyle. Sadece çocukları değil, bir zamanlar çocuk olmuş herkesi derinden etkileyen bu disneyvari öykünün atmosferini seyirciye hissettiren en önemli etkenlerden biri de filmin muhteşem müzikleriydi. Öyküsü gereği gizemleşen, heyecanlandıran hatta ağlatan sahnelere uyumlu olarak değişen, hele şu meşhur ayın önünden geçen bisikletlerle beraber coşturan tema müziği yıllar geçse de etkisini yitirmedi.


Müziklerini yaptığı filmlerin peşin sıra devamları çekiliyor, müzisyen aynı tema üzerinden hareketle çeşitli eserler koyuyordu ortaya ve nerdeyse her yapıtıyla Oscar’a aday gösteriliyor, katıldığı bir çok ödül töreninden eli boş dönmüyordu. ‘’Empire of the Sun’’(1987), ‘’Home Alone’’(1990), ‘’JFK’’ (1991) gibi filmlerde çeşitli çalışmalarını sürdürüp, beri yandan Akademi Ödül Töreni’nin orkestrasını yönetiyor, birçok ulusal ve uluslar arası orkesta şefliğini üstleniyordu.

1993’te iki adet filmin müziğini yaptı. İkisinin de yönetmeni Steven Spielberg’tü. İlki teknik açıdan bir çığır açan ‘’Jurrassic Park’’tı. Bir diğeriyse kanımca hem Spielberg’ün, hem de Williams’ın en muhteşem çalışması, Oscar’lı başyapıt: ‘’Schindler’s List’’. Williams daha önceleri de hüzünlü notalarıyla seyircinin kalbine dokunmuştu. Hatta ‘’E.T.’’yi çocukken izleyip de, E.T.’yi kaybettiğimiz an ağlamayan çok az insan vardır. En az ‘’Bambi’’(1942) adlı disney klâsiğinde Bambi’nin annesinin ölümü kadar etkiliydi bu sahne ve bu sahnedeki hüzünlü notalar. Ancak ‘’Schindler’s List’’te deyim yerindeyse adeta ağıt yakıyordu ünlü besteci öyükye. Hüzünlü senfonisi dinleyenlerin kalbini yaralıyor, canını yakıyordu. Öyle ki tema müziği neredesye ‘hüzün’le özdeşleşmeye başladı. Haber bültenlerinde ne zaman hüzünlü bir habere yer verseler, fonda hep ‘‘Theme from Schindler’s List’’ çalmaya başladı. Itzhak Perlman’ın solo olarak sanatını konuşturduğu parçalar haricinde, Boston Senfoni Orkestrası’nın özellikle ‘’Remembrances’’ı sanki dünyanın en güzel kentinin harabeye dönmüş halinde kara bulutlar altında yağmuru beklemek gibiydi. Hem Williams hem de ekürisi Spielberg gerçekten de formunun doruğundaydı.



J.R.R. Tolkien’in başucu kitabından uyarlanan ‘’The Lord of the Rings’’(2001) tüm dünyayı kasıp kavuruyordu. Howard Shore’un film için bestelediği müzikler de en az film kadar konuşuldu. Aynı yıl çekilen bir diğer kayda değer fantastik film ise J.K. Rowling’in eserinden uyarlanan ‘’Harry Potter’’(2001)dı. ‘’Home Alone’’, ‘’E.T.’’ gibi merkezinde çocukların olduğu filmlerin müziklerini başarıyla besteleyen Williams yine başarılı bir çalışmaya imza atmıştı. Ancak ‘’The Lord of the Rings’’ her açıdan, müzikleriyle dahi fark yaratmıştı. Williams artık eskisi gibi akılda kalıcı tema müzikleri bulmakta güçlük çekiyordu.

Williams’ın sinema için yaptığı müzikler yer aldığı sahnenin içini doldurmaktaydı. Sahnenin önüne geçmez, aynı zamanda ondan ayrı da düşünülemezdi. Bernard Herrman, Franz Waxman gibi ustalardan etkilenen Williams kendisinden sonra birçok müzisyeni de etkiledi.

Sinema için yaptığı işler haricinde birçok konçerto, senfoni gibi pek çok konser çalımasının yaratıcısı, ünlü bir orkestra şefidir. Bugün 78 yaşında olan Williams başta Spielberg’ünkiler olmak üzere, halen pek çok filmin müziklerini yapmakta, kendini en iyi ifade ettiği şekilde, sözcüklerle değil notalarla ifade etmekte.

2 yorum:

Adsız dedi ki...

hala sinemayla ilgilendiğini görmek güzel.

Evilfather

Mehmet Çelik dedi ki...

Teşekkür ederim, seni görmek de güzel Evilfather.