Yönetmen: Kim Ki Duk
‘’Bir gün rüyasında bir kelebek olduğunu gördü. Uyandığında ise kelebek olduğunu düşlemiş bir insan mi, yoksa insan olduğunu düşleyen bir kelebek mi olduğunu bilmiyordu"
Chuang Tzu

Ran sevgilisinden henüz ayrılmış ve onu unutmaya çalışmaktadır. Diğer taraftan Jin ise eski sevgilisinden adeta tiksinmekte ve onun yüzünü bile görmek istememektedir. Ran için sevgilisini bir an için bile olsun, gerçek olmasa dahi rüyalarda görebilmek, mutlu olmasını sağlamaktadır. Jin için eski sevgilisini görmek ise gerçek bir felakettir. Kahinin onlara söylediği gibi; birinin mutluluğu, ötekinin felaketidir.
14. Filmi Breath’le büyük bir hayal kırıklığı yaratan Kim Ki Duk yine aşkın sınır tanımayan duygularıyla oynayıp, kaderin bir araya getirdiği (zorunlu bir beraberlik) bu ikili üzerinden ilişkilerin gerçekliğini ve bu ilişkilerin üzerinden çiftlerin yaşadığı ruh hallerini masaya yatırıyor. Sevgiyle beraber gelen kıskançlık, nefret gibi duyguların ilişkiler üzerindeki zorunlu tahribatı da, bu ikilinin zorunlu birlikteliklerini çağrıştırır. Jin, yatağında uyuyan Ran’a ‘’burada ne işin var?’’ diye sorup bu zorunlu beraberliği ne kadar kabullenemiyorsa, ikilinin aynı anda yer aldığı rüya sekansındaki çiftin de kıskançlık ve nefret gibi duyguları kabullenmesi o kadar zordur.
Tıpkı Hitchcock’un The 39 Steps’indeki gibi güvenlikleri için birbirilerine kelepçelenen bu çiftin zorunlulukla başlayan beraberlikleri; gerek yaşadıkları, gerekse çevrelerinde gördükleri ilişkileri derinlemesine sorgulatmaya başlar. Gerçek aşkın düşündüklerinden çok daha fazlası olduğunu anladıklarında, fedakarlığın; tek olmanın, bütün olmanın farkına varıyorlar.

Ancak kahinin onlara söylediğine göre felaketin önüne geçebilmek için çiftin birbirini sevmesi gerekiyordu. Tapınaktaki huzur veren sahnelerin ardından gelen araçtaki sekansta Ran’ın rüyasında Jin’i görmesinin ardından gelen sahne(ler) bu anlamda biraz şaşırtıcı olabilir. Bunun cevabı biraz da polislerin olay mahallinde Ran’ın sevgilisinin verdiği tereddütlü cevaplarda yatmakta. Biraz da aşkın görünenden çok daha fazlası olmasından, önceki ilişkilerin gerçek aşktan çok uzakta olmasından; gerçek aşkın kendisini hatırlatan birkaç fotoğraftan öte olmasından… Ruhun sevdiğini bırakıp gitmemesinden; tıpkı bir kelebek gibi, engelleri aşıp kelepçeyle birbirine bağlanan bileklerin yeniden bir araya gelmesinden…
Rüyaları merkezine alan böyle bir filmin rüya sekanslarının elbetteki çok daha çarpıcı olması gerekirdi. Ne var ki yönetmenin önceki filmlerinden Samaritan Girl’de babanın kızını öldürdüğü o enfes rüya sahnesine imza atan yönetmen bu filmdeki rüya sahnelerinde çok da fazla başarılı olamamış. Esasında yönetmen genel anlamda, anlatım biçimiyle zirvede olduğu yıllardaki olgunluğunu kaybetmiş gibi görünüyor. Derdini daha olgun tavırlar takınarak anlattığı filmlerini izleyenler, ne demek istediğimi anlayacaktır. Neyseki Breath faciasının ardından bu filmin ilaç gibi geldiğini rahatlıkla söyleyebilirim. Müzikleriyle her ne kadar yeni bir ‘Gafsa’ hadisesi yaşatmayacak olsa da, sevilecek ve konuşulacaktır. Azumi ve Shinobi filmlerinden hatırladığımız Jô Odagiri’yi Jin rolünde izlemek gayet keyif verirken, bir sonraki Duk filmini merakla bekliyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder