22 Mart 2009 Pazar

Dört Kuşak, Bir Kitap

Orijinal Adı: Tatil Kitabı
Yönetmen: Seyfi Teoman


Yeni bir mevsim başlıyor. Okullar kapanıyor; kasaba ahalisi limon bahçelerinde, kasapta, terzide kendi meşguliyetleriyle uğraşmakta. Deniz kenarında güneşlenenler, okey oynayanlar…Yaz sıcağı kavuruyor her yeri. Kasaba rahatsız edici derecede sakin ve sıcak. Sessizliği bozan, kasabanın dört bir yanında yankılanan sinir bozucu duyurular da cabası. Bazen serin esen rüzgarlar, babanın verdiği sakız paketinden bir adet satmanın verdiği mutlulukla eşdeğer. Şehirlerarası otobüs yaklaşıyor. Yeni yüzler, evine dönenler…

Filmin öyküsü yoğunlukla erkekler hakkındadır. Dört farklı kuşağın bu kasaba içerisindeki yerleri hem birbirinden farklıdır, hem de birbirine yakındır. Onların birbirinden farklı yerlerde durması daha çok hayattaki konumlarıyla ilişkilidir.

Babanın derdi çocuklarına iyi bir gelecek bırakmaktır. İyi bir geleceğin ancak disiplin yoluyla elde edileceğini düşünmektedir. Babayı bu dört kuşağın otoritesi olarak düşünmek mümkün. Genç yaştaki oğlunu askeri okuldan mezun etmeye çalışırken, küçük oğlu Ali’nin de yazın boş gezmesine göz yummaz. Yaşıtları gibi yazın keyfini çıkarması, öğretmenin sınıfta dağıttığı renkli, keyifli ve de öğretici tatil kitabının keyfini çıkarması gerekirken, Ali çoğumuzun bir dönem şahit olduğu, içinden hiçbir zaman çevremizde göremeyeceğimiz otomobil görsellerinin çıktığı Turbo marka sakızlardan satmaya çalışır. Zaten ortada okunacak bir tatil kitabı da yoktur. Daha güçlünün, kendinden zayıfı ezdiğini henüz tatilinin başında, okul çıkışında tatil kitabını zorbalıkla kendisinden alan arkadaşının başlattığı, aslında öğretmenin tatile girmek üzere olan çocuklara ‘’tatili sadece eğlenerek değil, bir şeyler öğrenerek geçireceğiz’’ diyerek kendilerine dağıttığı tatil kitabı serüveninin bir parçasıdır. Gerçekten de Ali hayata dair bir şeyler öğrenmeye başlıyor, yavaş yavaş büyüyor.

Baba sadece çocukları üzerinde değil, kardeşi üzerinde de otorite kurma eğilimindedir. Ancak Amca hiçbir zaman sorumluluk almamış, hep bildiğini okumuş; ancak kaybetmiştir. Taşra sıkıntısını ardında bırakıp, Ankara’da daha mutlu olmaya çalışmış; lakin becerememiş, kasabasına geri dönmüştür. Özellikle genç yaşta olan Veysel için Amca kurtarıcı bir figürdür. Aslında çoğumuzun bir şekilde ebeveynlere göre daha keyifli bulduğumuz amca-dayı modellerindendir Hasan. Veysel de tıpkı amcanın bir zamanlar yaptığını yapıp, taşra rutinlerini kırmaya karar verir. Ancak bu kararı verebilecek yeterlilikte değildir. Zira askeri okuldan ayrılabilmek için tazminat ödemesi gerekir ve işin bu kısmı Veysel için hayli zordur. Veysel’e elbetteki destek çıkacak tek kişi amcasıdır.

Amca modelinin yeğenler üzerindeki etkisi, onlara karşı sorumluluk içerisinde olmamasından ileri gelir. Oysa baba için durum biraz farklıdır. İşte bu yüzden baba beyin kanaması geçirdikten sonra, amcanın kendisinde de büyük bir değişim yaşanıyor. Otorite amcaya geçmiştir ve artık kendisi sorumluluk altındadır ve vereceği kararları gözden geçirerek, bu sorumluluğun bilinciyle hareket etmelidir. Bir başka deyişle hareket alanı daralmıştır.

Ali karakteri bu dört kuşak arasında merkezde durmakta. Ancak bu, öykünün Ali’nin bakışıyla anlatıldığı anlamına gelmiyor. Aksine Veysel’i izlediğimizde, sahilde okey oynarken bakıştığı kızın bir başkasıyla beraber olduğu gerçeğiyle yüz yüze kaldığımızda, kendisinin yalnızlığını paylaşıyoruz. Amcanın kaybetmişliğini ve zayıflığını; Ali’nin çaresiz kaldığında bir duvara yaslanıp hıçkıra hıçkıra ağlamasını; Babanın sahip olduklarını koruma çabalarını; annenin kocasını metresine (sahi ortada gerçekten bir metres var mıydı?) rağmen sevmesini ve kocası hastanede yatarken iyileşmesi için okunmuş muskayı yatağının altına yerleştirmesini, kısacası her karakteri ayrı ayrı kendi bakış açılarıyla benimsiyoruz.

Özellikle son dönem sinemamızda Reha Erdem ve Nuri Bilge Ceylan gibi sinemacılarla sık sık şahit olduğumuz taşra sıkıntısı filmlerine bir yenisi daha ekleniyor. Reha Erdem filmlerinden aşina olduğumuz çok beğendiğim, izlemeye doyamadığım Taner Birsel’i amca rolünde izlerken, yöresel oyuncuları da diğer rollerde izliyoruz. Ali karakteri elbetteki çok önemli ve yüzlerce oyuncu arasından seçilen ve Taner Birsel’in öve öve bitiremediği Tayfun Günay da yaşına göre iyi bir performans çıkarmış. Silifke kasabası mekan olarak öykünün akışını harikulade bir biçimde desteklemiş. Ali’nin eline tutuşturduğu sakız paketiyle, limon ithal eden kadınların çalışmalarına geçiş gibi oldukça başarılı geçişlere şahit oluyoruz. Benim pek de sevemediğim (her ne kadar televizyon karıncalanmasıyla başlayan geçişi beğensem de) kısa metrajı Apartman’la dikkatleri toplayan Seyfi Teoman, ülkemizin başarılı sinema dergilerinden Alyazı ekibinden. Filmin yapımcıları Yamaç Okur ve Nadir Öperli’nin (Yine Altyazı ekibinden) kurmuş oldukları yapım şirketi ‘Bulut Film’in de aynı zamanda ilk filmi. Birçok festivalden ödülle dönen yapım, özelikle sondaki yaklaşık beş dakika süren planla beraber başarılı bir yönetmeni de müjdeliyor. .

Eksikleri yok değil; ancak bir ilk filme göre çok iyi olmuş Tatil Kitabı. Yaz bitiyor, okullar yeniden açılıyor. Limon bahçelerine gidip üretmenin zamanı… Otobüs yeniden hareket ediyor, çekip gitmenin tam zamanı…

Hiç yorum yok: