Yönetmen: Yeşim Ustaoğlu

‘’Unutmak daha iyidir’’ diyordu, Murat (Onur Ünsal) bir an için endişeye kapılan alzheimer hastası anneannesi Nusret’e (Tsilla Chelton). Muhtemelen daha evvelden bir araya hiç gelmemiş, kayıp annelerini bulmak için yolculuğa çıkan üç kardeşin araçtaki diyaloglarını görüp de, Murat’a hak vermemek elde değil doğrusu.
Oysa Murat yaşadığının bile farkında değildir. Hayata dair kararları hep başkaları vermiş, iplerin başkalarının (en çok da annenin) elinde olduğu bir kukladır adeta, ya da kendini öyle hissetmektedir. İşte bu yüzden kendini sık sık zincirlerinden koparıp, hiç bilmediği bir zamanda, hiç bilmediği yerlerde uyanıyor. Ancak ilk defa yaşadığını, varolduğunu, kendi deyimiyle, damarlarının varlığını bıçağı boğazına dayayan hırsız (yönetmenin ikinci uzun metrajı Güneşe Yolculuk’un Berzan’ı, Nazmi Kırık) yüzünden -belki de doğru kelime ‘’sayesinde’’ olmalı- fark ediyor.
Zaten araları pek iyi olmayan anne Nesrin (Derya Alabora) ve baba Faruk (Tayfun Bademsoy) için Murat hep büyük bir sorun olmuştur. En büyük endişeleriyse çocuğun hayattan bağımsız yaşayan esrarkeş dayısına çekmesidir. Elbetteki dayı-yeğen arasından da su sızmamaktadır. Murat’ın kendini dayısının yanında bulmasına çok da şaşırmamak gerek. Bir tarafta kendisine dolanan zincirleri elinde tutan (yahut tutmaya çalışan) ebeveynler, öte tarafta ise terliğinin içinden bira şişesi kapağı çıkan bir dayı. Haliyle Nesrin’in kardeşi Mehmet’le (Osman Sonant) de arası iyi olduğu söylenemez. Bir diğer kardeş Güzin (Altın Portakal ödüllü Övül Avkiran) ise ablasının sahip olduğu hiçbir şeye, yani bir kocaya, bir aileye sahip olamıyor ve belki de sırf bu yüzden gerçek olmasa dahi sevgilisini her şeyden üstün tutuyor.

Güzin’in sahip olamadığı aileye Nesrin sahiptir belki. Ancak bu Nesrin’in Güzin’den daha mutlu olduğu anlamına gelmiyor. Daima sahip olduğu değerleri korumaya, elinde tutmaya çalışan ve her defasında kocaman bir mağlubiyetle ayrılan Nesrin için zaten hayat; gerek kocasıyla yaşadığı cinsel sorunlarla, gerekse bir türlü dizginleyemediği oğluyla çekilmez bir hale gelmiştir. Dağ evinde yalnız yaşayan anneannesinin kaybolduğunu öğrendiğinde, bir mağlubiyet için daha hazırlanması ve yola çıkması gerekmektedir.
Bir yolculuk filmi olarak da bakmak mümkündür Pandora’nın Kutusu’na. Filmin ilk yarısında bu üç kardeşin yolculuğunu izleriz. Sonraki yarısında ise torun ve anneannenin yolculuğunu. Salt bir araçla yol aldıkları yolculuk değil bu. Karakterlerin birbirilerinin dünyalarında gezinmeye başladıkları, sonrasında ise kendi iç yolculuklarındaki arayışları, hesaplaşmaları, kaybolmuşlukları, kaybetmişliklerinin yolculuğudur bu. Oldukça çetin bir yolculuktur onlarınki. Kendi dünyalarında kaybolmuşken dağları, tepeleri aşıp; iki yanı uçurum olan yollardan geçmeye çalışacaklardır. Önlerine durmadan engeller çıkacak. Tıpkı daha sonra kardeşlerin annelerine bakmaya çalıştıkları zamanki gibi , kimi zaman pes edeceklerdir bu zorlu yolculukta. Dayı’nın yeğene söylemeye çalıştığı gibi: Umutlar tükenince pes etme vakti gelmiştir. Hem ne demişti Nietzsche: Umut sadece işkenceyi uzatır.

Ancak Pandora’nın Kutusu’ndan çıkanlardan, iyi olan hiçbir şey yoktur ‘umut’tan başka.
Nesrin için ailesini bir arada tutabilmektir mutluluk, her ne kadar oğlu kendinden nefret etse de, kendisi bu umutla yaşamaktadır. Belki de onun bir çeşit kontrol manyağı olmasının sebebi, cinsel ilişkideki zayıflığından ileri gelmektedir.
Güzin için tıpkı ablası Nesrin gibi bir aileye sahip olmaktır mutluluk. Ebeveyn sevgisinden mahrum kaldığından olsa gerek ki, kendisi bir aile kurmaya çalışmaktadır. İşte bu sebepten ötürü, kendisini salt bir cinsel obje olarak gören, kardeşi Mehmet’in deyimiyle, kendisiyle ta.ak geçen (ve kendisini tek bir sahnede dahi görmediğimiz, ki bu sahne Ustaoğlu’nun ne kadar ileri seviyeye ulaştığının da apaçık bir kanıtıdır. Zira ilişkinin zayıflığı, hatta yalnızlığı ancak karşı cinsin sadece telefondaki adam olarak seyircinin zihninde yer etmesiyle bu kadar iyi anlatılabilirdi.) adama değer veriyor. Bir aile kurmak umudunu asla yitirmemek istiyor, kendi ailesinden vazgeçmek pahasına.

Boğucu trafiğin, yüksek apartmanların hakim olduğu kapitalist dünyada rahat olmaları gerekirken, kendilerini tıpkı Nusret’in kapkaranlık kutudaki (asansör) çırpınışlarını andıracak derecede yalnızdırlar. Nusret’in yaşadığı bellek sorunuyla onların hayatlarına dokunması, hayatlarına katedecekleri yepyeni yollar çizecektir. Bu yolculuk neticesinde, tıpkı Murat’ın hastaneden dışarıya, anneannesine baktığı ustaca kotarılımış sahnede; demir parmaklıklar ardından baktığımızda hapishaneden farksız olan bu kentin sakinlerinin yalnızlıklarına şahit oluruz.
Oysa ilkel şartlar altında Murat’ın dağ evinde anneannesiyle bin bir türlü zorluklara rağmen tekerlekli cisimle tepeden kayarak mutluluğu tatması, en az bu birbirinden farklı iki dünya arasındaki tezatlık kadar keskindir.
İlk filmi İz’in ardından Yeşim Ustaoğlu’nun Derya Alabora’yla ikinci çalışması olan film, yılın en başarılı yapımlarından. Yönetmen Güneşe Yolculuk filmiyle yakaladığı büyük başarının tesadüf olmadığını Bulutları Beklerken adlı filmiyle ispat etmişti zaten. Gerek Bulutları Beklerken’de, gerekse onun hazırlık aşamasında çektiği oldukça başarılı kısa metraj çalışması Sırtlarındaki Hayat’la doğduğu toprakları, yani Karadeniz’in huzur dolu mekanlarını harikulade bir biçimde öykülerini tasvir etmede kullanmıştı. Yine yılın şaşırtıcı derecedeki güçlü yapımı, etkisini uzun süre hafızalarımızdan silemediğimiz ve yine aynı toprakların altın çocuğu Özcan Alper’in çektiği Sonbahar’da da Karadeniz’in mistik mekanlarında, nefes kesici sahnelerle baş başa kalmıştık. Pandora’nın Kutusu’nda da Ustaoğlu, yine aynı topraklara doğru yola çıkıyor ve bu yolculukta sayısız ödülle dönüyor. 56. San Sebastian Film Festivali’nin saygın ödülü Altın İstiridye’yi kucaklayan filmin başarısının tek sahibi elbette yönetmen Ustaoğlu değil. Zira filmin oyuncu kadrosundan çıkan performanslar da takdire şayan. Özellikle de Fransız aktris Tsilla Chelton’un alkışlanası performansı (56.San Sebastian Film Festivali’in’de en iyi kadın oyuncu ödülünü Frozen River’daki performansıyla Melisa Leo ile paylaşıp, ayrıca Fransa’da düzenlenen 28. Amiens Film Festivali’nde En İyi Kadın Oyuncu ödülünü aldı.), filmin en büyük kozlarından.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder