Yönetmen: Steven Spielberg
Yıllar önce South Park adlı dizinin bir bölümünde durmadan Star Wars ve E.T. gibi eski klasiklerini yenilenmiş versiyonlarıyla tekrar tekrar vizyona sokup bol bol para kazanan George Lucas ve Steven Spielberg’ü protesto eden ufaklıkların karşısına bizzat Spielberg ve Lucas ikilisi çıkıp onları tehdit etmeye kalkınca ufaklıklardan biri ‘’Ama sayın Spielberg, bir düşünün lütfen…Kutsal Hazine Avcıları gibi bir klasiği tutup da elden geçirirseniz, filmin yüceliğine zarar vermiş olmaz mısınız?’’ diye sormuş; arkasından Lucas ve Spielberg birbirilerine dönüp bir ağızdan: ‘’Çok iyi fikir!’’ demişlerdi. Yıl 2008! Yenilenmiş bir Indiana Jones serisi yok karşımızda (Allah’a şükür); fakat serinin dördüncü filmi vizyonda.

Doksanlı yıllarda henüz çocukken televizyonda tanışmıştım Indiana Jones’la. Olmazsa olmaz şapkası ve çoğu zaman tehlikelerden sıyrılmak için kullandığı kamçısıyla diğerlerine hiç benzemiyordu. Maceradan maceraya koşan bir kahramandı; fakat karşısına dikilip elindeki kılıcını sağa sola sallayan düşmanını, tabancasını çekip vuracak kadar da gösterişten uzak bir kahramandır. Sanırım Indy’i diğer kahramanlardan ayıran özellik de onun bu mizahi kişiliğinden kaynaklanır. Önüne çıkanı deviren; deviremediğinden de kaçmakta tereddüt etmeyen bir kahraman. Bu arkeoloji profesörünün maceraları o kadar etkilemişti ki beni, arkeolog olmak istediğimi bile hatırlıyorum. Yıllardan sonra serinin dördüncü filmi ‘’ Indiana Jones and the Kingdom of the Crystal Skull’’un çekilceği haberini işitir işitmez haliyle oldukça heyecanlanmıştım. Eminim bütün Indiana Jones hayranları da tıpkı benim hisettiklerimi hissetmiş ve sabırsızlıkla filmin vizyona girmesini beklemiştir. Benim gibi bu seriyle televizyonda tanışmış nesil için beyazperdede Indy’le beraber maceradan maceraya koşmak, John Williams’ın efsanevi müziğiyle kendinden geçmek isteyenlerin salonları dolduracağı, Lucas ve Spielberg’ün servetlerine servet katacağı günler gelip çattı.
Serinin birinci ve üçüncü filminde Almanları kötü adamlar olarak karşımıza çıkaran film, bu defa Rusları hedef almış. Irina Spalko (Cate Blanchett) tarafından tutsak alınmış Indiana Jones ve ortağı Mac McHale’un (Ray Winstone) bir ambara, değerli bir sandığı bulmaları için getirilmesiyle başlıyor her şey. Önce aracın içinden düşüveren Indy’nin şapkasını görürüz. Sonrasında da kendisini. Yıllardır görmediğimiz bir dostumuzu görmüş gibi hissederiz kendimizi. Biraz daha yaşlanmış, biraz daha asık suratlı eski bir dost. Onun hakkında hemen her şeyi biliriz. Indy ambarda Ruslardan kaçarken Mac ‘’Onu tanımıyorsunuz’’ diye Ruslara söylenirken, neyse ki seyircisi onu oldukça iyi tanımaktadır.

Indy bu defa yanına dırdırcı bir hatun almak yerine, zaman zaman itici olabilen bir delikanlıyı almış.
Serinin bütün klasik numaraları mevcut filmde. Paramount Picture’un stüdyo ambleminden bir başka görüntüye paralel geçiş, börtü-böcekler, harita üzerindeki kırmızı çizginin gidilen yolu göstermesi, efsaneler, tuzaklar, araçların nefes kesen kovalama sahneleri, mezar kalntıları gibi birçok klasik numarayı bu filmde de görüyoruz. Serinin olmazsa olmazlarından dırdırcı, baş belası ve bir o kadar güzel kadın karakterinin eksikliğini filmin yarısına kadar hissediyoruz. Gerçi o ana kadar da güzeller güzeli Cate Blanchett var fakat kötü bir karakteri canlandırdığından kendisini çirkinleştirmek ve itici kılmak için ellerinden geleni yapmışlar –hoş, gerçi o her haliyle güzel de…- Filmin yarısına kadar Indy’e Mutt (Shia LeBouf) adında genç bir delikanlı eşlik ediyor. Zaman zaman itici olup Shorty gibilerini aratsa da kendisiyle ilgili bir gerçeği de öğrendikten sonra filmde önemli bir karakteri canlandırdığını belirtip seyirciyi bir sürprizin beklediğini de not düşelim. Neyse ki filmin ikinci yarısından itibaren, ilk filmdeki Indy’nin manitası Marion (Karen Allen) dahil oluyor filme ve bütün seride olduğu gibi hiç olmadık yerlerde tartışmaya başlıyorlar, tıpkı eski günlerdeki gibi. Bir de Indy’nin en büyük kabusu yılanla bir karşılaşması var ki sormayın. Öyle ya, artık yaşlandı ve korkularıyla yüzleşmesi gerekiyor.
Indy filmlerini unutulmaz kılan bir diğer unsur da filmde kullanılan mekanlardır. Spielberg elinden geldiği kadar filmi stüdyoda çekmez; doğal mekanlarda, gerçeklik duygusu kazandıracak bir biçimde çeker sahnelerini. İşte bu yüzden Indy filmlerini izleyenler, maceradan maceraya koşarken, karşılaştıkları egzotik mekanları asla unutamazlar. Kristal kafatasının bulunduğu mezarlık, Amazon ve üç şelale ardındaki egzotik tarih cenneti serinin bu filminin unutulmayan mekanlarından oluyor.

Serinin ilk filminde Indy'nin manitasını canlandıran Karen Allen ikinci yarıda filme dahil olup, bir kez daha Marion Ravenwood'a hayat veriyor.
Steven Spielberg’ün gücünü bu filmin çoğu yerinde hissedemedim doğrusu. Aksiyonu kendine has bir üslupla stilize ederek, harikulade kamera hareketleriyle izleyeni kendine hayran bırakan yönetmenin bu filmde başarılı bir performans gösteremediğini düşünüyorum. Günümüzün sıradan aksiyonlarına öylesine benziyor ki zaman zaman… Son yılların popüler filmlerinin popüler senaristi David Koepp‘in senaryo grubuna dahil olmasının da elbetteki bunda büyük bir payı vardır.
65 yaşındaki Harrison Ford’u kutlamak gerekir. Bu yaşta bu performans, gerçekten alkışlanası…Hem ondan olmasa filmde bir başkası yer alacakmış. Harrison Ford’suz bir Indiana Jones filmi neye benzerdi doğrusu tahmin bile etmek istemiyorum. Serinin ilk filmlerinde çok az dublör kullandığını ve neredeyse bütün sahnelerde bizzat oynadığını, hatta üçüncü filminin bir sahnesinde belini incitip ameliyat olduğunu az çok duymuşsunuzdur. Yine bu filmde de aktör elinden geldiği kadar dublör kullanmamış. Eskilerden Karen Allen’ı görmek içimizi kıpır kıpır ederken, serinin üçüncü filminde Indy’nin babasını canlandıran ve Indy’i ‘Junior’ diye çağıran Sean Connery’nin sadece fotoğrafını görebiliyoruz.
Kötü bir film değil ‘’ Indiana Jones and the Kingdom of the Crystal Skull’’. Hatta serinin öncekileri olmasa ve ilk defa Indy’i bu filmle tanısaydık bağrımıza basardık filmi. Fakat üç filmlik bir efsanenin devam filmi ve kendinden öncekilerle kıyaslanamayacak bir devam filmi. Hem neden kıyaslamamız gerekiyor ki? Pekala yaşlı kurtla beraber yepyeni maceralara doğru yol alabiliriz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder