5 Şubat 2012 Pazar

The Artist

Öncelikle şunu belirtmek gerekiyor ki, The Artist sinema için yeni bir soluk değil. Sessiz sinema dönemini ve dönemin filmlerini kutsayan oldukça başarılı filmler yakın zaman önce karşımıza çıkmıştı. Esteban Sapir imzalı ‘La Antena’ bunların başında geliyor. Ancak sözkonusu bir filmi pazarlamaya gelince, bazı filmler fazlaca şişirilip piyasada yer bulabiliyor kendine.

Esasında eli ayağı düzgün bir film var karşımızda. Hele ki klasik dönem Amerikan sineması hayranıysanız bu filmi sevmemeniz neredeyse imkansız. Zira karşımızdaki film sadece biçim olarak değil, içerik olarak da öncülerinin izinden gidiyor. Sessiz sinema döneminden sesli döneme geçişle beraber yaşanan değişimler tıpkı Stanley Donen ve Gene Kelly imzalı klasik ‘Singin’ in the Rain’de olduğu gibi keyifli bir biçimde yansıyor perdeye. Beri yandan Hollywood’un sıradan bir insanı yıldızlaştırırken, geçiş dönemlerinde yıldızları bir anda nasıl yok ettiğini tıpkı Billy Wilder’ın başyapıtı ‘Sunset Blvd.’ında olduğu gibi eleştiriyor. Ancak filmin geneline Sunset Blvd.’ının karanlık atmosferi yerine Singin in the Rain’in coşkulu atmosferi hakim. Hatta filmin finalinde Valentin ve Miller’ın karşılıklı döktürdükleri dans sahnesi gerçekten de bizi dönemin filmlerinin coşkusunu yaşatmayı başarıyor.

Birkaç kamera hareketini saymazsak teknik olarak da karşımızda sessiz sinema döneminden fırlamış bir film görüyoruz. Filmin geniş ekran yerine tam ekranı tercih etmesi, jeneriğin ya da ara geçişlerin neredeyse birebir dönemin film dokusuyla bütünleşmesi büyük bir avantaja dönüşüyor.

Cannes’da ‘en iyi erkek oyuncu’ ödülüyle dönen Jean Dujardin ve Berenice Bejo’nun karşılıklı performanslarını başarılı bulurken, John Goodman’a yine her zamanki gibi bayıldığımı söyleyebilirim. Ayrıca uşak rolündeki James Cromwell ve elbette Valentin’in köpeği sahiden de takdiri hak ediyor.

Sessiz sinema tutkunlarının görmekten büyük keyif alacağı bir film var karşımızda. Muhtemelen Hollywood’da buna benzer işler karşımıza çıkmaya devam edecektir. The Artist’i severseniz, La Antena’i kaçırmamanızı tavsiye ederim.

(Oscar'a Doğru 2012 için: Sinema Büyüsü)

1 yorum:

mavininsesi dedi ki...

ya evet ya nasıl unutmuş, nasıl atlamışım LA ANTENA. Hatırlatma için teşekkürler.

mavininsesi.blogspot.com