8 Şubat 2010 Pazartesi

Bir Sınıfa İki Dil Sığdırmaya Çalışmak

Orijinal Adı: İki Dil Bir Bavul {On the Way to School}
Yönetmen: Özgür Doğan & Orhan Eskiköy


Özellikle son zamanlarda, politik sürecin koşulları çerçevesinde hemen herkesin Kürt sorununa dair yaptığı çıkarımlardan sinema da nasibini aldı. Bir zamanlar Kürtçe şarkı yapmak istediğini dile getiren sanatçıya çatal-kaşıkla saldıranlar dahi bu konuda dertli olduğunu dile getirircesine büyük bütçeli filmler yazdı-çekti. Ne var ki yapılan işlerin çoğu daha çok fırından hazır çıkmış pastadan kendilerine bir dilim ayırmak oldu. Ya hiç olmadık yerlerde seyircinin duygu sömürüsüyle salonları doldurmaya çalıştılar; ya da klişeleşmiş, bayatlaşmış politik argümanlarıyla laf ebeliği yapmaktan bir adım öteye gidemediler. Mevzubahis konu çerçevesinde başarılı filmlere imza atmış yönetmen Kazım Öz bile ‘Bahoz’ filmiyle aynı kervana katılmayı tercih etti.

Elbette ki politik sinema yapmak/ yapmaya çalışmak kolay değildir. Her an için kaba bir propagandaya dönüşebilme tehlikesi halihazırda bekler, durur. Adana’da hem Siyad, hem de Jüri Büyük Ödülünü kucaklayan ‘İki Dil Bir Bavul’un hakkını en çok bu konuda teslim etmek gerek. Diğer filmlerin yaptığı bütün politik zırvalıkları bir kenara itip, olanı olduğu gibi sunuyor seyircisine. Hemen herkesin bildiği; lakin inadına üç maymunu oynadığı ‘anadilde eğitim’ konusunda bağırıp çağırmadan, ağlayıp sızlamadan gayet net bir biçimde anlatıyor derdini.


Konu gayet basit… Göreve henüz yeni başlamış bir Türk öğretmen Denizli’den çok uzaklara bir Kürt köyüne gelir. Öğretmen Kürtçe bilmez, çocuklar da Türkçe. Erden Kıral’ın eşsiz filmi ‘Hakkâri’de Bir Mevsim’i andırıyor bir bakıma. Ancak yönetmenler Orhan Eskiköy ve Özgür Doğan filmi bildik kurmaca biçimiyle çekmeyince ortaya harikulade bir deneysel çalışma çıkıveriyor. Pelin Esmer’in ‘Oyun’ filmiyle sinemamıza kazandırdığı, kurmaca ve belgesel arasında gidip gelen biçimi, filmin en büyük kozu bence.

Büyük bir doğallıkla kadraja giren köy ahâlisinin ritüellerine Emre öğretmenle beraber şahit oluruz. Belindeki kocaman cep telefonuyla çocuğuna arkası yırtık pijamasının üzerine giydirdiği pantolonla okula hazırlayan, ya da tarakla inatlaşan kızının saçlarını tarayıp okula gönderen annelerin, çocuğunun ev ödevlerine yardım eden poşulu babaların çocuklarını okutmak gibi bir derdi yok aslında. Henüz Türkçe bilmeyen çocukların okulda Hayat Bilgisi, Matematik gibi dersleri nasıl öğreneceği konusunu düşündüğümüzde ebeveynlere hak vermemek elde değil.


Geçen yıl altın Palmiyeyi kucaklayan Entre Les Murs (Sınıf) bildik idealist öğretmen – uslanmaz sınıf klişesini farklı bir bakış açısıyla ele alıp yıkmıştı. Sorunu öğretmen ya da öğrencilerde aramak yerine, bizzat eğitim sisteminin kendisine odaklanıyordu. ‘İki Dil Bir Bavul’ da yine aynı bakış açısını, çok daha farklı bir biçimde sunuyor seyircisine. Öğrencilerin dersteki hâl, hareket ve davranışları en doğal haliyle, tıpkı bir belgesel edasıyla yansıyor kadraja. Kendinden geçmişçesine kurşun kalemin başını kemiren üzerinde ABC yazılı beyaz yakalı Zülküf (ya da kendi deyimiyle ‘Zilkif’), ‘Türkçe’ dersine ‘Kürtçe’ yazıp tek ayak üzerinde tahtada durma cezası alan çocuklar ve öğretmeni çileden çıkaran diğer tüm öğrencilerle ve diğer taraftan Emre öğretmenle empati kurmak hiç de zor değil. Çocuklarla daha iyi iletişim kurabilmek adına yaptığı veli toplantısında yaşananlar; sadece çocuklarla değil, neredeyse bütün köyle iletişim kurma zorluğu yaşadığını gösteriyor bize Emre öğretmenin. Sadece cep telefonu aracılığıyla annesiyle iletişim kurup (bazen kuramayıp), ona dert yakınıyor. Jöleli saçlarıyla dilini hiç bilmediği insanların arasındaki yalnızlığı, okulun tepesinde dalgalanıp duran bayrağın yalnızlığına tekabül ediyor. İnadına açılan sınıfın kapısı, Zeki Demirkubuz’un kapılarını aratmıyor.

Mevsimler değiştikçe köydeki yaşam zorlukları da değişiyor. Yine de bütün bu zorluklara rağmen çamurlu su birikintisinde yüzüp serinliyorlar bazen, güneşin kavurucu sıcaklığına inat! Bazen çuval yarışında eğlenip, bazen de 23 Nisan şarkısıyla kendilerinden geçiyorlar, anlamını bilmeseler de…


Oldukça zorlu geçen çekim süreciyle, tamamını dijital kamerayla çeken yönetmenlerin bu ilk uzun metraj çalışması, yılın dikkat çeken yerli yapımlarından biri. Çarpıcı anlatımıyla başından jenerik sonuna kadar kendini büyük bir keyifle izlettiren, mütevazi, samimi, oldukça başarılı bir ilk film. 21. Amsterdam Uluslararası Belgesel Film Festivali’nde (IDFA), son 17 film arasına kalan ve Antalya’da Altın Portakal için yarışan bu filmi özellikle bu ülkede yaşayan herkes görmeli.

2 yorum:

Adsız dedi ki...

"Diğer filmlerin yaptığı bütün politik zırvalıkları bir kenara itip,"
çok haksız bir eleştiri değil mi?
Diğer filmler derken bütün filmleri mi, yoksa bütün politik filmleri mi, yoksa sizin beğenmediğiniz politik filmleri mi kast ediyorsunuz. Bence sonuncusu gibi gözüküyor. Hal böyle olunca sizin tamamen öznel yorumunuz filmi tanıtmış mı oluyor?

Mehmet Çelik dedi ki...

Buradaki 'diğer filmler'den kasıt, elbette ilk paragrafta sözü edilen filmler.