Yönetmen: Ari Folman

Haneke’nin son başyapıtı Cache’yi izleyenler, Georges’un (ya da bir milletin) kapkara geçmişini , asla hatırlamak istemediklerini, bilinç altına itip, ‘olmamış’, ‘gerçekleşmemiş’ gibi hayatına devam ettiğini hatırlayacaktır. Bir şekilde hafızası canlanmaya başlayınca kendini ya sinema komplekslerinin önüne atıyor, ya da bir başka şekilde kafasını dağıtacak, unutturacak eylemlerde bulunuyordu. Ne var ki Georges uyurken tamamen savunmasızdı. Bilinçaltına itip, saklamaya çalıştığı gerçekler, onu bu şekilde rahatsız ediyordu. Onu rüyalarında (ya da kabuslarında) koruyacak, ona gerçekleri unutturacak sinema (sinemayla kasıt, elbette popüler kültürün etkisiyle harmanlanmış, afyon görevini üstlenen araçlardır) da yoktu. Beşir’le Vals de henüz çok kısa bir süre önce gerçekleşmiş,ancak unuttuğumuz insanlık tarihinin en büyük ayıplarından, İsrail’in Beyrut’a girişini ve ardından gelen ‘Sabra ve Şatilla’ katliamını konu alıyor ve hafızamızın ne kadar zayıf olduğunu, ne kadar çabuk unuttuğumuzu etkileyici bir dille anlatıyor.
Tam 26 adet köpekle açılıyor filmimiz. 20 Yıl kadar sonra unutulanlar, unutulmak istenenler böyle bir kabusla, 26 adet köpeğin öfkeli bakışları arasında rahatsızlık vermeye başlıyor. Tıpkı Cache’nin Georges’unun bilinç altına ittiklerinin, kabuslarıyla beraber kendisini rahatsız etmeye başlaması gibi. Yönetmenimiz de arkadaşının anlattığı bu kabustan sonra, hafızasının kendisine nasıl bir oyun oynadığını anlamaya başlayacaktır. Geçmişiyle hesaplaşması o kadar zordur ki. Ancak her şeye rağmen mutlak gerçeğe ulaşmaya ve o gün tam olarak nelerin olup bittiğini öğrenmeye kararlıdır yönetmenimiz.

O güne dair anımsadığı kişilerden yola çıkarak, onlarla tek tek görüşecek ve o güne dair ipuçları elde edecektir. Fakat bu o kadar da kolay olmayacaktır. Çünkü herkes olup biteni unutmak istemekte, ya da reddetmektedir. ‘’Bugün Beyrut’u bombaladım, Beyrut’u her gün bombalıyorum, tabii bu uğurda ölen masumlar da olur, eğer ölüme yaklaşmışsam konuşamam’’ gibi şarkılar onları, o an için cesaretlendirirken, ‘’Tesisatçı-2’’ adlı hard pornoyu izlerken kararlarını veren subayları dinleyen bu askerler, daha sonraları yönetmenimizin Hollanda’daki arkadaşıyla içtiği esrar ve türevi afyonlarla geçmişi unutmaya çalışmışlardır. Peki gerçekte o gün tam olarak ne olmuştur? Bu katliamdan tamamen falanjistler mi sorumludur? Öyleyse yönetmenimizin hafızasında patlayıp duran sahildeki işaret fişekleri ne anlama gelmektedir?
Yönetmen Ari Folman olup biten her şeyi bizzat üçüncü tekil şahıslardan dinleyip (dinletip) belgesel havasında, çarpıcı bir geçeklikle filmi çekmiş. Kimi zaman The Thin Red Line gibi o anı yaşayan askerleri ayrı ayrı değerlendirip, korkularını, o anki psikolojilerini harikulade bir biçimde resmederken, kimi zaman da Full Metal Jacket gibi öldürücü bir gerçeklikle, hatta kimi zaman mizah anlayışıyla olaya ışık tutmaya çalışmış. Filmde kullanılan imgeler ise, öykünün akışını harikualde bir biçimde destekler nitelikte. (Denizden çıkıp gelen güzel kadının önce tamamen cinsel dürtüleri harekete geçiriken, sonrasında bilinçsiz bir şekilde yatan askeri anne şefkatiyle oradan alıp götürmesi gibi.)

Elbetteki filmin gerçekleri tam olarak yansıtmadığı görüşünü savunanlar da olacaktır. Bu tezi savunanlar, filmin ‘neredeyse’ olayın bütün sorumluluğunu falanjistlere yüklemesinden kaynaklanmaktadır. Haksız da sayılmazlar sonuçta Ariel Şaron ‘Beyrut Kasabı’ sıfatını boşuna almadı. Ne var ki bir önceki cümlede geçen ‘neredeyse’ sözcüğünün altını çizmek gerekir; zira filmde sık sık karşımıza çıkan, yönetmenimizin hafızasında patlayıp duran, ancak bir türlü anlam veremediğimiz işaret fişekli sahil sahnesi, bizi adım adım mutlak gerçeğe götürecek, iç burkan bu gerçeklikle bizi yüz yüze bırakacaktır. . Sonrasında midemize bir yumruk yemiş hissi uyandıran finali bile, bu filmi çok özel kılmaya yetiyor. Haliyle bu çok özel filmin, her açıdan ustaca kotarılmış anti militarist başyapıtın, özellikle günümüzde çok özel bir anlam ifade ettiğini düşünüyor ve herkesin bu filmi görmesini diliyorum.
Ustaca çizimlerle beraber akan Max Richter’in duygu yüklü müziklerinin Oscar adayı olamaması kabul edilir gibi değil. Filmin en iyi yabancı film dalında altın küreyi kucaklaması gayet hoş bir sürprizdi ve Oscar adayı olan filmin bu ödülü de kucaklamasını diliyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder