5 Kasım 2008 Çarşamba

Ağlamak Güzeldir

Ai qing wan sui (1994) {Vive L'Amour – Yaşasın Aşk} / Tsai Ming Liang

Yalnızlığın bütün bedenini kapladığı May Lin’in, bilinmezliğin sokaklarında dönüp dolaşıp, bir kenara oturup ağladığı sahne, kuşku yok ki en içten, en sade ve seyircisini kalbinden fetheden ağlama sahnelerinden biridir. Uzun plan sekanslarıyla ünlü, Yeni Tayvan Sinemasının medar-ı iftiharı Tsai Ming Liang’ın yaklaşık altı dakika kesintisiz süren bu sahnesinde, May hıçkıra hıçkıra ağlar. Ardından bir sigara yakar. Hıçkırıklar hala sessizliği bozmaktadır.

Mat i syn (1997) {Mother and Son – Ana ve Oğul} / Aleksandr Sokurov

Hasta annesiyle beraber çıktığı yolculuğun ardından, ana uykuya dalınca; oğul sis bulutlarını, rüzgarın hüküm sürdüğü dağları, tepelerin yamaçlarını aşar. Fakat bir türlü hayata yetişemez. Ulaşılması güç soruların cevaplarını bulamaz ve bu yenilginin ardından oğul, bir ağacın gövdesine yaslanarak, çaresiz bir biçimde ağlamaya başlar.

Beş vakit (2006) / Reha Erdem

Babasından ölesiye nefret eden Ömer, her ne kadar babasını öldürme girişimlerinde başarılı olmasa da; dileği nihayet gerçekleşmiştir. Ne var ki Ömer mutlu değildir. Pişmanlık ve suçluluk duygularıyla ağır ağır büyüyen Ömer, yüksek bir dağın tepesine çıkar sabaha doğru. Yüzünü yüce bir denize dönüp, hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlar.

Yumurta (2007) / Semih Kaplanoğlu

Uzun zamandır görmediği taşra kasabasına dönen Şair Yusuf adeta bir kuyunun içindeymiş gibi çırpınıp durur. Çekip gitmek ister, hem kalması için hiçbir sebep de yoktur görünürde. Fakat her çekip gitmeye kalktığında karşısına bir engel çıkıverir. Bu engellerden biri de, bir hortlak gibi karşısına dikiliveren köpek figürüdür. Annesinin ölümüne, ya da eski sevgilisinin bir başkasıyla evlenmesine ağlamayan Yusuf, korku ve panik içerisinde, çaresiz bir biçimde ağlamaya başlar. O ana dek içinde birikiveren her şey, gözyaşı olup süzülüverir Yusuf’un yanaklarından.

The Thin Red Line (1998) {İnce Kırmızı Hat} / Terrence Malick

Savaş insanı asileştirmez. İnsanı köpeğe çevirir. Ruhu zehirler. Japon köyüne yaptıkları baskınla etrafı yerle bir ettikten sonra, ölmek üzere olan bir japona şunları söylemişti askerimiz: Şu kuşları görüyor musun? Seni çiğ çiğ yiyecekler. Gittiğin yerden asla geri dönmeyeceksin.
Ruhu zehirlenmişti onun da. İşte bu yüzden yağmurun altında tir tir titreyip, boğulurcasına ağlıyor. Japonun kendisine söylediği ve hiçbir anlam veremediği sözler kulaklarında çınlarken, yağmurun altında boğulurcasına ağlar…ağlar…Ruhundaki zehir temizlensin diye.

Fight Club (1999) {Dövüş Kulübü} / David Fincher

Ağlamak güzeldir demiştik. Anlatıcımız da öyle düşünüyor. Uykusuzluk çeken anlatıcımız, kanser terapisinde başını Bob’un kocaman göğüsleri arasına yaslayıp, kendini bırakıveriyor. Sonra her şeyi unutuveriyor. Karanlık ve sessizlikle bütün oluveriyor. Bu ağlamayla beraber özgürlüğü buluyor. Hiç umudunun kalmaması, özgürlük demekti. Sonrasında bebekler gibi uyumaya başlar.

1 yorum:

Adsız dedi ki...

‘Bacheha-Ye Aseman’ {Cennetin Çocukları - 1997} / Majid Majidi

Küçük Ali’nin maratonda ikinci olup ikincilik hediyesi olan spor ayakkabıyı alarak kardeşine vermek istemesi hayal olmuştur çünkü birinci olmuştur, Ali’nin nasıl yıkılıp ağladığını mutlaka izlemelisiniz. Yoksulluğun ağlattığı çocuklar…

‘Cool Hand Luke’ {Parmaklıklar Arkasında- 1967} / Stuart Rosenberg

Luke annesinin ölüm haberini alması üzerine eline gitarı - ya da ona benzer bir müzik aleti- alıp bir şarkı çalıp söylemeye başlar, yüz ifadesi her zamanki gibi donuktur ancak gözlerinden yaşlar süzülmektedir. Kolay kolay hiçbir şeyden sarsılmayan bu adamın ağlaması da kendine has…