12 Haziran 2008 Perşembe

Hayata Karşı Tek Başına!

Orijinal Adı: Rosetta
Yönetmen: Jean-Pierre Dardenne & Luc Dardenne

Sinema çoğu zaman hayatın bizzat kendisini anlatır. ‘’Yoksulluk’’ da bizzat hayatın içinde yer aldığından, sinema için önemli bir konu olmuştur. Bu konuyu dile getirmenin çeşitli yolları vardır. Bu çeşitli anlatım biçimlerinden en sıra dışı olanlardan biri de hiç kuşku yok ki Dardenne Kardeşler’in 1999 yapımı, Altın Palmiye ödüllü Rosetta adlı gerçekçi filmleridir.


Rosetta'nın dışlanmışlığını, izole edilmişliğini; bütün yükünü sırtlayan oyuncu Émilie Dequenne, Cannes'da en iyi kadın oyuncu ödülünü kucakladı.

Film sadece konusu itibariyle gerçekçi olmayıp, anlatım biçimiyle de fazlasıyla gerçekçi bir yapıya sahiptir. Özellikle hareketli kamera kullanımının bundaki payı oldukça büyüktür. Trier’in Dogma Manifestosuyla çektiği filmlerinin kamera kullanımını andıran çekimler filmin rahatsız edici gerçekliğini destekler nitelikte. Öyle ki Rosetta (Émilie Dequenne) henüz giriş sekansında kaybeden –işten kovulan- genç bir kız olarak, yenik düşmüş bir vaziyette adım adım ilerlerken, kamera inadına Rosetta’yı profilden çekmeye çalışır. Onun yenik düşmüşlüğünü, kaybetmişliğini yüzüne vurur. Rosetta çamurlu suda batarken bile, kamera inadına Rosetta’nın çırpınışlarını çeker. Annesi gibi biz de seyirci kalırız Rosetta’nın çırpınışlarına. İnadına çırpınır Rosetta… Asla dilenmez, dilenmeye karşıdır. Daha olgun tavırlar takınması gereken annesi içki için bedenini satarken, kendisi gencecik (ve hasta) bedeniyle koca şehirde durmadan iş arar durur. Dahası annesinin de bataklığa sürüklenmesine göz yummaz/yumamaz.

Hep dener, hep yenilir; fakat o tekrar deneyip, tekrar yenilmeyi göze alacaktır. Kimseden yardım eli uzatmasını istemez. Hem neden başkaları bu zavallı kıza karşılıksız yardım etsin ki? Feleğin çemberinden öylesine geçmiştir ki, kimsenin karşılık beklemeden yardım eli uzatmayacağının bilincinde olacak ki, inadına yardımları geri çevirir. Daima hak ettikleriyle yaşamak eğilimindedir. Bu sebepten film boyunca hep iş arar durur. Gerçek bir iş aramaktadır. Ona göre geçici bir; ya da paylaşılan bir iş gerçek bir iş değildir. Erkek arkadaşı Riquet’in (Fabrizio Rongione ) işini paylaşmak istemesini geri çevirmesindeki en büyük etken budur. Onun kendisine yardım eli uzatıp işini paylaşmasına göz yummaktansa, onu ihbar edip işini elinden alacak bir kişiliğe sahip olmasındaki en büyük etken ‘’sistem’’in bizzat kendisidir. Hatta erkek arkadaşı kendisine yardım ederken, suya düşüp çırpınırken buna seyirci kalmasındaki etkenin de yegane sebebidir ‘’sistem’’. Annesi kendisinin çırpınışlarına seyirci kalırken ve biz seyirci olarak buna şaşırırken, şimdi de aynı davranışı kendisi sergilemektedir. Sistem işsizliğin tembellikten kaynaklandığını, tembelliğin ortadan kalkmasıyla işsizlik sorununun çözüleceğini insanlara dayatmaktadır. Oysa karşımızda ‘’gerçek bir iş’’e sahip olmak için bir başkasının (kendisine yardım eli uzatan bir şahısın) ölümünü izleyecek kadar sertleşmiş, duygularından arınmış bir ‘’işsiz’’ vardır.


Hayat standartlarının farklı olduğu mekanlar değiştikçe, yaşam biçimleri de değişiyor.

Waffle işine girdiğinde, bir başkasının işten kovulmuş olduğunu biliriz. Fakat yine de buna seviniriz. Çünkü bizler Rosetta’yı izliyor ve onu destekliyoruz. Oysa öteki tarafta Rosetta’nın işe girmesine vesile olan bir başkasının işten kovulması söz konusudur. Yani diğer tarafta bir başka Rosetta işten kovulmuştur; lakin bu, ne bizim için ne de Rosetta için önemli değil. Öyleyse Rosetta’nın kendisine habire yardım etmek isteyen (ve görünüşte hiçbir çıkarı olmayan) Riquet’i, Rosetta’nın ihbar etmesi ve işini elinden almasını çok da garipsememek gerek.

Kimi zaman bir belgesel edasıyla waffle üretimini seyirciye sunan film, çoğu zaman Rosetta’nın dışlanmışlığının, izole edilmişliğinin üzerinde durur. Şehir merkezinden yaşadığı kavşağa, varoşlara dönünce ilk işi çizmelerini ayağına geçirmek. Çamurlu tepelerde küçük bir karavanda annesiyle beraber yaşamaktadır. Annesinin bedeni karşılığında aldığı yiyecekleri sokağa fırlatıp, el yapımı oltasıyla su yerine pisliğin aktığı dereden balık tutmaya çalışır. Üstelik bunu bile gizlilik içerisinde yapmaktadır. Eğer yakalanırsa, karşılığında bir bedel ödemek zorundadır.

Filmin tamamında müziğin kullanılmaması da, filmin gerçekçi konusunu destekler nitelikte. Sadece Riquet’in evindeyken, Riquet’in kendi hünerlerini göstermek isteyip, kaydettiği bir stüdyo çalışmasını Rosetta’ya dinletmesiyle duyarız müziğin sesini. Dans bile etmeye kalkışır çiftimiz. Müzikteki bateri tonları işitsel olarak rahatsız etmeye başlayınca hemencecik uyanıveririz, üstelik henüz uyumamışken. Rosetta’nın rahatsızlığı yeniden kendini gösterir ve kaçıp gider hemen o sahneden.


Rosetta gibileri için ölmek bile büyük bir lüks!

Yatağına uzanıp ‘’gerçek bir iş’’ için, arkadaş için Tanrı’ya teşekkür ediyor Rosetta. Onun için bir işe sahip olmak ve yalnız kalmamak ulaşılması güç bir mutluluktur. Ne var ki onun bu mutlulukları hiçbir zaman mutlu edecek kadar sürmez. Tıpkı dans sahnesinde seyircinin tıpkı diğer filmlerde olduğu gibi kendinden geçmesine olanak vermeden, bir nebze olsun acımasız hayattan kurtulup fantezi kuramadan baterinin rahatsız edici tonlarıyla uyanışı gibi. Ölmek bile lükstür Rosetta gibileri için.

Cannes’da Altın Palmiye’yi kucaklayan film, aynı zamanda en iyi kadın oyuncu ödülünü de bu filmdeki sıra dışı performansıyla Émilie Dequenne kucaklamıştır. Rosetta’nın bütün o ağır yüklerini sırtında taşımış Émilie Dequenne bütün film boyunca. Neyse ki finalde Dardenne Kardeşler Rosetta’nın elinden tutup ‘’hala umut var’’ diyor ve bu kasvetli ve rahatsız edici filme bir nebze olsun umut ışığı yakıyorlar.

Hiç yorum yok: