26 Mayıs 2008 Pazartesi

Ruhumuzdaki Kötülük

Orijinal Adı: the Mist
Yönetmen: Frank Darabont


Açıkçası korku filmlerinin büyük bir çoğunluğundan pek haz etmem. ‘Korku’yu bir araç olarak kullanıp esas derdi ‘insan’ olan filmlere ise bayılırım. Shyamalan bu konuda çok başarılı bir yönetmen. İşte The Mist’i izlerken nedense Shyamalan filmlerinin duygularını hissettim.

Daha önce Stephen King’in iki adet ürününü beyazperdeye alnının akıyla uyarlayan Frank Darabont, sözkonusu bol yaratıklı eserin altından kalkabilecek miydi, doğrusu biraz kuşkuluydum. Nihayetinde önceki iki uyarlamada olduğu gibi dram değil, yaratıklı/canavarlı bir korku filmi sözkonusuydu. Darabont yaratık odaklı bir korku filminden bile, insanı ve insanın korkularını, zaaflarını, çelişkilerini, yalnızlıklarını, öfkelerini bir tokat gibi patlatıyor seyircinin suratında. Öyle ki filmin ciddi bir politik derdinin bile olduğundan söz etmek mümkün. Uzak mı geldi, daha yakından bakalım…


Sis'in ardında yaratıklardan daha korkutucu olan gerçekler mevcut.

Bundan yıllar önce TRT’de George A. Romero’nun meşhur Night of the Living Dead’ini izlediğimde kapalı alan korkusundan olsa gerek; dehşete kapılmış, filmin etkisinden uzunca süre kurtulamamıştım. Çocuk olduğumdan filmin politik yönünü hiç düşünememiştim. Nasa’nın uzaya gönderdiği uydunun geriye dönmemesinin ardından, yok edilmiş ve etrafa yayılan radyasyondan dolayı ölüler dirilmiş ve ‘halk’ arasında dehşete yol açmıştı. The Mist’te de buna benzer bir durum söz konusu. Hükümet kendi elleriyle yarattığı korkuyu ‘halk’ın üzerine salıveriyor. Sonrasında halk bitap düşmüşken, yıkılmışken özgürleştirme/kurtarma (ne kadar tanıdık değil mi?) operasyonu düzenleyip, yine bir şekilde ‘kahraman’ oluveriyor.

Her ne kadar korku filmlerindeki klişeleri teknik olarak kullansa da, filmin esas derdinin yaratıklarla olmadığı apaçık bir biçimde ortada. Tüketici toplumunun buluştuğu alışveriş merkezindeki her bir karakterin davranışlarının, koşullar çerçevesinde nasıl da değiştiğine dikkat edin. Korku ve panik içerisindeyken nasıl da birilerini günah keçisi ilan edip, şiddet dürtüsünün açığa çıktığının; kendi çıkarlarını gözetmeksizin karşısındakine ne kadar yardım edebileceğinin altı bu kadar mı güzel çizilir?…Daha önce yine bir Stephen King uyarlaması olan ‘The Shining’te, kötülüğün uzaklarda olmadığının, bizzat insanın içinde tohumlandığının altını harikulade bir biçimde çizmişti ustaların ustası Kubrick. The Mist'teki yaratıkları da uzaklarda aramamak gerek. Kötülük tohumları bizzat insanın içinde filizleniveriyor.

Bu filmin uzun süre konuşulacağını ve tartışılacağını düşünüyorum. Stephen King uyarlaması denildiğinde akla ilk gelecek yönetmenin Frank Darabont olacağından ise kuşkum yok!

Hiç yorum yok: